21 Aralık 2009 Pazartesi

KARDEŞLİĞİMİZİN MÜHÜRÜ OLSUN




Nerimanov'dan Türk Kurtuluş Savaşı'na destek:


Nerimanov'un iktidarı ele aldığı günlerde (Mayıs 1920) Türkiye Kurtuluş Savaşı'nı başlatmış, en sıkıntılı günlerini yaşıyordu. Ordusu dağıtılmış, silahlarına el konulmuş, tersanelerine girilmiş, adeta eli kolu bağlanmış, boyun eğmesi bekleniyordu. Bu şartlar altında Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlatan kadro, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere her türlü yolu deniyor ve bir çıkış noktası arıyordu. Mustafa Kemal Paşa, 3 Mayıs 1920 günü Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa'ya yazdığı bir mektupta "Devlette hiç para kalmadı. Şu anda içeride para temin edebileceğimiz bir kaynak da yok. Başka kaynaklardan para temin edinceye kadar Azerbaycan hükümetinden borç para alınmasını temin etmenizi rica ederim" diyordu. Kazım Karabekir Paşa, isteği Azerbaycan hükümetine iletti. Bu istek, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Halk Cumhuriyeti ile Ankara Hükümeti arasındaki ilk resmi temastı. Nerimanov'dan Atatürk'e: "Başka kurtuluş yolu yok" Nerimanov, 19 Ağustos 1920 tarihinde TBMM başkanlığına bir mektup gönderdi. Nerimanov bu mektubunda, "...Başka kurtuluş yolu yoktur. Müslüman komünistleri sizin amacınıza ulaşmanız için tüm güçleriyle yanınızda olacaklardır. Aksi taktirde ne sizin için ne de bütün doğu milletleri için kurtuluş yolu kalmayacaktır." diyordu. (Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Cilt 2, shf.430) Sağlanan bu ilk resmi temastan sonra Atatürk'le Nerimanov arasında son derece manevi yakınlık, dostluk ve kardeşlik ilişkileri kuruldu. Bu manevi yakınlık Nerimanov'un Türk Kurtuluş Savaşı'na özel bir dikkatle eğilmesine, diplomatik yollarla ve ekonomik araçlarla Türk Kurtuluş Savaşı'na destek vermesine zemin hazırladı. Kurulan bu ilişki TBMM hükümeti için çok önemliydi. Çünkü Batılı emperyalistlerle savaş halinde bulunan TBMM hükümetini Batılıların korkusundan hiçbir ülke tanımıyordu. Savaşın yürütülmesi için acil paraya ihtiyaç vardı. Bu ilişki, bu iki önemli hususun kısa zamanda çözümü için ilk basamak olabilirdi. TBMM hükümeti derhal faaliyete geçti. 1920 yılının Ağustos ayında TBMM hükümetinin ilk büyükelçisi yazar Memduh Şevket Bey (Esendal) Bakü'ye gönderildi. 1921 yılı Ekim ayında da Azerbaycan'ın ilk büyükelçisi İbrahim Abilov Ankara'ya geldi. Bu durum Ankara'da büyük bir sevincin yaşanmasına sebep oldu. Büyükelçilik binasının açılışında Mustafa Kemal Paşa, Azerbaycan bayrağını bizzat göndere çekti ve kısa bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal Paşa bu konuşmasında "Milli sınırlarımız içerisinde özgür ve bağımsız yaşamak istiyoruz... Milletimiz bu isteğimizin kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti tarafından kabul edilmesinden büyük mutluluk duyuyor. Anadolu halkı Azeri kardeşlerinin gönlünün kendilerinden yana olduğunu biliyor." diyordu. Mustafa Kemal Paşa, 1921 yılında Moskova'ya ikinci TBMM temsilci heyetini göndermeye karar verir. Yusuf Kemal (Tengirşenk), Ali Fuat (Cebesoy), ve Rıza Nur'dan oluşan heyete, önce Bakü'ye gitmelerini, Nerimanov'la görüşmelerini tavsiye eder. Heyet Bakü'ye gelir. Nerimanov'la görüşür. Nerimanov onlara bazı tavsiyelerde bulunur ve görünen o ki, ikinci adam Stalin'dir. Lenin'le görüşemezseniz, mutlaka Stalin'i talep edin der. Yanlarına çok güvendiği Behbud Şahtanski'yi verir. Bu arada Nerimanov, Lenin'e bir mektup yazar. TBMM heyeti Moskova'ya gitti. Lenin ağır hasta olduğu için onunla görüşemedi. Fakat Nerimanov'un önerisi üzerine Stalin ile görüştüler. Amaçlarına tam olarak ulaşamasalar da isteklerinin çok büyük bir kısmını alarak Ankara'ya döndüler. Dr. Rıza Nur, "Moskova-Sakarya Hatıraları" adlı eserinde hiçbir dış devlet tarafından tanınmayan TBMM hükümetinin Sovyetler tarafından tanınmasını, Nahçıvan meselesinin çözülmesini ve borç para alınmasını başarı olarak yazıyor. Şüphesiz ki böyle bir netice alınmasında Nerimanov'un payı oldukça yüksekti. Lenin'e yazdığı mektup, daha sonraki girişimleri bu başarılı sonucun alınmasında önemli yere sahiptiler. Azerbaycan'dan Türkiye'ye uzanan kardeş eli: 1921 yılı içinde Nerimanov'un şahsi emri ile Azerbaycan Dışişleri Bakanı Mirza Davut Hüseyinov, kazanılan Birinci-İkinci İnönü Savaşları münasebetiyle çektiği telgrafta "...Kazanılan bu büyük zaferlerden dolayı Türk halkını Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adına kutluyoruz." diyor ve bu büyük zaferlerin şerefine Azerbaycan halkının yardım için 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern kerosin gönderdiğini bildiriyordu. Aynı yılın Mayıs ayında Azerbaycan devleti, TBMM hükümetine 62 sistern petrol gönderdi ve bundan sonra savaş bitinceye kadar aynı değerde petrol ve üç vagon dolusu kerosin göndermeyi taahhüt etti. Bu taahhüdün dışında 1922 yılında Batum yolu ile Azerbaycan dokuz bin tondan fazla kerosin ve 350 ton benzin gönderdi. Mustafa Kemal Paşa 1921 yılında Nerimanov'a bir mektup yazarak borç para talep etmişti. Bu mektubu 17 Mart 1921 günü büyükelçi Nerimanov'a ulaştırdı. Nerimanov, derhal 500 kg. altın gönderdi. Bunun 200 kg. devlet bütçesine, kalanı ise mühimmat ve silah için kullanıldı. Daha sonra Nerimanov Rusya'dan aldığı 10 milyon altın rubleyi Ankara'ya gönderdi. Bu yardımlarla savaş içindeki ülkenin durumunda belirgin bir düzelme oldu. 23 Mart 1921'de Azerbaycan hükümeti talep etmediği halde Türkiye'ye Azerbaycan halkının hediyesi olarak 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern yağ gönderdi. Nerimanov, Mustafa Kemal Paşa'nın yazdığı mektuba yazdığı cevabi mektubunda her gün kazanılan başarılarla Türk halkının emperyalizmden kurtulma günlerinin yaklaştığını, bu yüzden kahraman Türk halkını kutladığını yazıyor ve sonra ilave ediyordu; "Paşam, bizim Türk milletinde kardeş kardeşe borç vermez. Kardeş, her zaman kardeşinin elinden tutar. Biz kardeşiz, her zaman elinizden tutacağız ve tutmaya devam edeceğiz."
- Alıntıdır-
(A. Şemseddinov, Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye-Sovyetler Birliği Alâkaları, shf.66)

9 Aralık 2009 Çarşamba

KOMPLEKSLİYİZ


Neden mi? Özgüvenimiz yok. Bir şey yapmaya kalksak biri çıkar ve der ki:
“Bırak ya yapamazsın, olmaz, gücün yetmez, paran yetmez, yaptırtmazlar, boş versene, hadi ordan sen de adam, geç bu ayakları, dünyayı sen mi kurtaracan” Haydaaaaaa….
Gel de işe başla. En çok da ailemiz ve arkadaş çevremiz söyler bunları. Hemen olumsuzluklar ve zorluklar göz önüne getirilir. Zaten yenik başlamışsınızdır maça. Maça girmenin anlamı kalmamıştır. Çocuğu yetiştirirken ne yapıyor ailelerimiz? “Aman evlat şuna karışma, buna karışma, boş ver, şunu yapma, bunu yapma” Sözler engel olucu, çocuğun ufkunu açıcı değil.
Çocuk hayata çekingen başlıyor. Bir şey yapmaktan çekiniyor. "Elin oğlu yapıyor ama biz yapamayız" diyor. Bunu beynine işliyor. Özgüven sıfır. Kendine ait bir konuşma şekli yok, giyim tarzı yok, düşünce sistemi yok, yaşama şekli yok. Millet olarak da böyleyiz. Türk milletiyiz diyoruz ama Türklüğümüze ait neyimiz kaldı. Halk müziğimizi pop-rock yaptık, güzel halk oyunlarımızı kendi yörelerimizde bile oynamaz olduk, dilimizi yozlaştırdık, tipimizi yozlaştırdık, aile kavramını alt üst ettik ve en önemlisi ayakta kalma nedenimizin bu kavramların korunması olacağını unuttuk. Biri ordan diyecek ki “Ya kardeşim güzel diyorsun da dünya globalleşiyor.” Düşünelim bakalım kim globalleşiyor. O yüzden mi Avrupa’da minarelerin kaldırılması söz konusu oldu.
Diyorum ki önce kendi gücümüzün farkına varalım ve özgüvenle yola çıkalım ve kahrolası aşağılık kompleksinden kurtulalım.

5 Aralık 2009 Cumartesi

GÜL GONCA İKEN GÜZEL

Gül bizlere gönül sarayını fethetmiş güzel bir dilberi anımsatır. Ona seslenirken “gülüm” , “gül yüzlüm”, “gül kokulum” deriz. Gül güzel kokar, güzel görünür, temizdir. Dikeni de olsa razıdır gönüller onu taşımaya, değerlidir.
En büyük kavgaları bir dal gül çözebilir. Sevdiğimize kendimizi anlatamazsak bir gül veririz, her şeyi o anlatıverir.
İsmi de ne güzeldir değil mi?.”Gül” deyince iki şey akla gelir biri çiçek, biri de gülmek. Sevgili gülümüzdür, gülümüz de sevgilimiz.
Derler ya “Yiğidi gül ağlatır, gam öldürür “diye. Gerçekten de öyledir. Bıçak yüzü kadar soğuk ve keskin bir delikanlının bile gözyaşlarını akıtıverir. Çok açılsa gözden düşer, kapalı olsa göze hitap etmez. Dedik ya “gül gonca iken güzeldir”.

3 Aralık 2009 Perşembe

YOLSUL MU, CAHİL Mİ?


Bir milleti zayıf mı görmek istiyorsunuz? Her dediğinizi yaptırmak mı istiyorsunuz? Formülü çok basit. Ya yoksul bırakacaksın ya da cahil. Tabi yapabiliyorsan her ikisini de uygulayacaksın. O zaman daha etkili olacaktır.

Çevremizi ve kendimizi gözlemleyelim. Büyük çoğunluk geçiminin derdinde velhasıl geçim derdi birinci sırada. Fakat insanımızın yaşamı geçinme derdiyle mi tamamlanacak? Acıdır ki birçoğu hayata gözlerini bu dertle yummuş. Etrafı denizlerle çevrili ülkemizde deniz yüzü görmeden ölen o kadar çok insan var ki.

Zamanımız boşu boşuna kuyruklarda, resmi evraklarda, tv başında, stadyumlarda veyahut kahve köşelerinde geçiyor. Adamlar kolayı zorlaştırmış, çalışkanı tembelleştirmiş.
Dar gelirli bir ailenin yaşam koşullarını ele alalım. Baba parayı zor kazanıyor. Daha çok kazanmak için eve geç geliyor. Dolayısıyla karısı ve çocuklarıyla yeterince ilgilenemiyor. Kadın sevgiye, evlat şefkate muhtaç. Bu da aile bağlarını zayıflatıyor. Kadın kocasını aldatabiliyor. Aileler boşanıyor. Çocuklar ise şefkati yanlış yerlerde arayabiliyor. Çocukla yeterince ilgilenilmediği için okuma problemi yaşıyor. Belki bir bilim dalında çok yetenekli fakat yanlış yönlendirildiği için başarısız oluyor.
Kişi fakir olunca yasal olmayan yollar mecburen meşrulaşmaya başlıyor. Hırsızlık, fuhuş, dolandırıcılık vs. hepsi kendiliğinden artıyor.
Cahillik mi? Zaten çoğumuz cahil. Kitap okumak bizim neyimize. O bizim için çok lüks. Geçim sıkıntısı kafamızı meşgul ederken, o kafayla bir de kitap mı okuyalım. Okusak çok farklı olacak ama ne yapalım şartlar böyle. (Bahane üretmeyi severiz.)

Sonuç: Sisteme dahil olmak için ya yoksul ya cahil olacağız ya da her ikisi.Bu iki yaramıza merhem bulmadan ülkemizi düzgün hale getiremeyiz. Ne yapalım temennimiz olsun