25 Kasım 2009 Çarşamba

AMCA LAFINI ÇEKMEMİŞ



Kıymetli bir dostum başından geçen bi olayı anlatmıştı, ben de sizle paylaşayım. Bizim dost birgün otobüse biner. Otobüste bir grup genç kız yüksek sesle gülüşüp şakalaşır. Toplu bir yer olunca bu da biraz sırıtır ve hoş karşılanmaz. Ekşimiş suratlar kızlara çevrilir. Otobüsteki yaşlı bir amcanın sözleri düşündürücüdür:
-Şu hale bak. Mustafa Kemal’ i, Fatih Sultan Mehmet’ i bunlar mı doğuracak.
Tabi kızlar mahcup bir şekilde susarlar.

23 Kasım 2009 Pazartesi

KARDEŞLİĞİN TÜRKÜSÜ


ÇIRPINIRDI KARADENİZ

Çırpınırdı karadeniz
Bakıp Türk’ ün bayrağına
Ah ölmeden bir görseydim
Düşebilsem toprağına

Sırmalar sarsam koluna
İnciler dizsem yoluna
Fırtınalar dursun yana
Yol ver Türk’ ün bayrağına

Ayrı düştüm dost elinden
Yıllar var ki çarpar sinem
Vefalı Türk geldi yine
Selam Türk’ ün bayrağına

Kafkaslar’ dan esen yeller
Şimdi sana selam söyler
Olsun bütün turan eller
Kurban Türk’ ün bayrağına

Kafkaslar’ dan aşacağız
Türk’ lüğe şan katacağız
Türk’ ün şanlı bayrağını
Turanele dikeceğiz.

1918 yılında Bakü, Ermeni ve Bolşevikler tarafından işgal edilmiş ve şehirde yaşayan halka katliam yapılıyordu. 28 Mayıs 1918 tarihinde Azerbaycan'ın Gence şehrinde kurulan yeni Azerbaycan Cumhuriyeti'nin yardım istemesi üzerine, Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa komutasındaki 20 bin kişilik ordu, Gence ve Şamahı üzerinden Bakü'ye hareket ettiler. 15 Eylül 1918'de,kurban bayramı sabahı Osmanlı Ordusu Bakü'ye girdi.
Bakü'nün işgalden kurtarılması sırasında 1130 asker şehit olur. (Bugün de söz konusu Osmanlı askerleri için Bakü'de Türk şehitliği bulunmaktadır.)Bu olay üzerine Azeri şair Ahmet Cevad Azeriler’ in duyduğu sevgi ve minneti kaleme alır. Şiir Üzeyir Hacıbeyli tarafından bestelenir.
-alıntıdır-
Azeriler bizim öz kardeşimizdir. Birileri yapay husumet tohumları ekseler de bizim tarlalarımızda filizlenmeyecektir. TÜRK milleti var olsun.

22 Kasım 2009 Pazar

Felek kimine kavun yedirir, kimine kelek.




Yaklaşık 7-8 sene önce pazardan bir İsrail kavunu almıştık. Lezzeti, kokusu ve rengi çok hoşumuza gitti. “Şunun çekirdeğini ayıralım da seneye ekelim”dedik. Neyse vakti geldi ektik. Bitki gövdesi gayet güzel bir şekilde büyüdü ve iyi bir şekilde döl verimi oldu. Kelekler büyüdü. Olgunlaşmasını bekliyoz. Bekle ki olgunlaşsın. Bir türlü olmuyor. Kesiyoruz; acımsı limon tuzu gibi bir tat sözkonusu. Ben de daha önceden İsraillilerin tohumların genetik yapısını değiştirdiklerini ve öyle pazara sunduklarını duymuştum. Yani bir sene satın alınıp ekilen tohumun meyvesinden alınmış tohum ertesi sene vermiyomuş. Yaşayarak öğrenmiş olduk ama emekler boşa gitti tabi. Adamlar uyanık böyle bir teknolojiyle kendilerine bir pazar oluşturuyorlar. İşin bizim açımızdan kötü yanı; bitkiyi yetiştiriyosun tam olgunlaşmasını bekliyosun olmuyor. Çekilen emek, boşa giden zaman ve maddi zarar. Yani belki isteseler bitki en başından büyümez ve fazla zarar vermez şekilde genetik şifreyi ayarlayabilirler. Ama bu da bir strateji olsa gerek. (Bu durumun günümüzde bahsedilen GDO meselesiyle alakası olabilir. )
Çölün ortasında dünyanın en teknolojik tarımını yapan adamların çalışkanlığına bakıp imrenmemek elde değil.

ORTA ASYA’DAN İZLER



Birgün evde ay tutulmasından laf açıldı. Babam dedi ki “oğlum biz küçükken ay tutulmasında kaşlara (kaş: eski kerpiç binaların çatısı) çıkardık ve teneke çalardık”. O gün düşünmüş ve anlam verememiştim ta ki gök tanrı inancını okuyana kadar. Gök tanrı inancında ay tutulmasının kötü ruhlar tarafından meydana geldiğine inanılırmış. Bu kötü ruhları kovmak için de gürültü yaparak defetmeye çalışılırmış. Bugün de Anadolu da bazı yörelerde ay tutulmasında silah atılırmış.
Aşağıdaki alıntı bu durumu şöyle açıklıyor:
-Yakut Türkleri ay tutulmasını ayın küçülmesi olarak yorumlamakta, bu küçülmenin ayın kurtlar ve ayılar tarafından yenmesinden kaynaklandığını düşünmektedirler. Altaylılar ise ay tutulmasının “Yelbegen” isimli yedi başlı bir canavarın ayı yemesi sonucu oluştuğuna inanmaktadırlar. Orta Asya’da bu yaratıkları korkutup kaçırmak ve ayı kurtarmak için de havaya taş atılmakta ve gürültü yapılmaktadır.
Bu inanışın devamı olarak bugün de Anadolu’da ay tutulması sırasında havaya silâh sıkılır, teneke çalınır ve gürültü yapılır.-
Orta asya kültüründen batıl bir kalıntı bugünlere gelmiş ve farkına varmamışız.

20 Kasım 2009 Cuma

“Bİ ZAHMET “ BAKAR MISIN?


Bu adam beni gülmekten öldürecek. Gerçekten çok yetenekli birisi ve mükemmel rol yapıyor. Psikopat tipi de gidiyor hani. Ama adamların üstüne çok yürüyor ve damarlarına basıyor. Bir gün dayak yiyecek gibi.
Tahminime göre ekranda yayınlanan bölümler önceden çekilmiş olmalı. Şimdi çekilse çoğu kişi tanır gibi geliyor.
Ben karşılaşmış olsam parayı almak için rol yapardım herhalde.
Bu programın en güzel tarafı herkesin hak ettiğini alması. Yardımsever (ya da sabırlı) insanlar daha çok kazanıyor yani ektiğini biçiyor.
Bilmiyorum ben bu programı tuttum. Siz de ‘bi zahmet’ baksanız beğeneceğinize eminim.

19 Kasım 2009 Perşembe

AÇILIM DEDİĞİN BÖYLE OLUR


"Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk dogmaktır! Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin."

M. Kemal ATATÜRK

HÜZÜNLÜDÜR MİSKET' İN ÖYKÜSÜ



Ankara oyun havaları deyince en önde gelen türkülerdendir. Duyduğu zaman her Ankaralı oynamak ister, yerinde duramaz. Bizi üzen ise çok hüzünlü geçmişi olan bu değerli türkünün günümüzde pavyon havası olarak kullanılması. Neyse sözü daha fazla uzatmadan sizi türkünün hikayesiyle başbaşa bırakalım.


* * *

Misket, ufacık tefecik bir elma türü... Huriye de Ganizadeler'in ufakcık tefecik şipşirin kızlarının adı. Huriye, sık sık evlerinin önündeki elma ağacına tırmanır, yolu gözler; sebep, Osman Efe... Ankara'nın sayılı efelerinden Osman, genç, yakışıklı, geniş omuzlu,burma bıyıklı... Huriye'nin gönlü bu Osman Efe'de. Osman Efe, evin önünden geçiyor; Huriye atlıyor bahçeye, tırmanıyor misket ağacına. İkisinin de yüreğinden ılık bir şeyler akıyor. Osman Efe, Huriye'yi adıyla çağırmıyor hiç, ''misket'' diyor Huriye'ye. Yörenin ünlü ağalarından Kır Ağa, bir gün Huriye'yi su doldururken görüyor çeşme başında. Aradan bir hafta geçmeden Kır Ağa, Huriye'yi istetiyor. Babası, ''Kır Ağa, yiğit insandır, malı mülkü yerindedir'' diyerek Huriye'yi vermek ister. Annesi, Huriye'nin ağzını arar, fakat Huriye ''ölsem Kır Ağa'ya varmam'' cevabını verir. Huriye, akşamı zor eder. Bahçeye çıkıp, Osman Efe'nin yolunu gözler. Uzaktan atını görünce, tırmanıp çıkar elma ağacına. Durumu bildirir Osman Efe'ye. Osman Efe, çılgına döner. Kır Ağa'ya haber gönderir, ''Kendini sever, sayarım. Yiğit kişi bellerim. Yolumdan çekilsin. Sonu iyi olmaz'' der. Haberi Osman Efe'den Kır Ağa'ya götürenler, bire bin katarak anlatırlar ''Osman diyor ki, Kır Ağa kim oluyor da benim yavuklumu alacak. Leşini sararım'' diye... Kır Ağa, ''Demek dünkü çocuk bize meydan okuyor. Kendine güveniyorsa karşıma çıksın'' diye Osman Efe'ye haber gönderir. Tabii haberi götürenler Osman Efe'ye de bire bin katarak anlatıyorlar. Osman Efe Kır Ağa'ya, Kır Ağa Osman Efe'ye kinlenir. Sonunda kıran kırana kavga etmeye, sağ kalanın Huriye'yi yani Misket'i almasına karar veriyorlar. Belirlenen gün ve yerde karşılaşıyorlar. Bıçaklar çekiliyor. Huriye ise durumu merakla bekliyor. Çıkmış elma ağacı üstüne, yoları gözlüyor. Bir yandan da Osman Efe için dua ediyor. Osman Efe ise Kır Ağa karşısında aslanlar gibi dövüşüyor. Kır Ağa birden duruyor. ''Benimle böylesine boy ölçüşen yiğide, ben kıyamam. Koç olacak kuzuya bıçak çekemem. Vur bıçağını bağrıma. Misket senin olsun'' diyor. Osman Efe önce şaşırıyor, sonra oda bıçağını yere atıyor ve koşup ellerine sarılıyor Kır Ağa'nın. Kadın-kız da yollara dökülmüş uzaktan görünen kalabalığı bekliyor. Misket ise çıktığı elma ağacında duramıyor heyecandan. Daldan dala geçip, gelenleri seçmeye çalışıyor. Derken kalabalık yaklaşır, önde Kır Ağa, arkasında kalabalık. Gözleri Osman'ın arıyor, göremiyor. Birden başı dönüyor, gözleri kararıyor, tepe üstü ağaçtan aşağı düşerek cansız yere yığılıyor. Çok geçmeden kalabalık elma ağacına ulaşınca, bir feryattır kopuyor. Osman Efe, sığmıyor oralara. Kadınlar kızlar perişan. Misket kızın yani Huriye'nin hikayesi dilden dile dolaşıp türkü oluyor.



Kaynak:Yaşar Özürküt Türkülerin Dili Ankara Kültür Kurumu YayınlarıStockholm 1987

17 Kasım 2009 Salı

"NEFES" İMİZ TUTULDU


Şimdiye dek askerlik üzerine, savaş üzerine çok film izledik. Bunların çoğu da yabancı filmdi tabiki.
Adamların kazandığı savaş olmaz ama filmde kendilerini kazanmış gibi gösterirler. Örnek mi? Vietnam filmleri. Öss sınavına girmeden bir gün önce “Bir zamanlar askerdik” adlı Vietnam filmini izlemiştim. Az buçuk tarih bilgimiz olmasa derdik ki “Amerika Vietnamlılar’ ı yenmiş”.
Son yıllarda yerli sinemacılarımız da güzel filmler ortaya koymaya başladı. Tarihi dokusu bakımından “Son Osmanlı Yandım Ali” güzel bir çalışmaydı mesela. Bugünlerde ise askeri bir film olan “Nefes” filmi adını duyurdu ve büyük ilgi topladı. Bu film bir ülke gerçeğini ortaya koyuyor. Bir komutanın askerlere hitabı günlerce haberlere konu oldu. Askere gitmeyen bayanlar ya da doğuda askerlik yapmamış erkekler gerçek askerliğin ne olduğunu biraz daha iyi anladı.
Böyle güzel filmleri tüm dünyaya izleten sinemacılarımız eksik olmasınlar. Bir de diyorum eski tarihimizle ilgili filmleri konu alsalar. O kadar şanlı tarihimiz var ki her bir film olay yaratır. İnşallah o fırsatı da elde ederler.

BU GRİP Bİ GARİP


Bir anda hayatımıza girdi. Gündem oldu. İsmi de sağlam seçilmiş. "Domuz Gribi" Yani o mendebur hayvanın ismi bile bizim millette tiksinti ve korku yaratmaya yeter değil mi? İnsanlara mantıklı tedbirler yerine korku salınmaya çalışılıyor. Belki de kafası meşgul ediliyor bilmiyorum. Tabiki grip virüsü zaman içinde konjuge olarak kendini yeniliyor ve farklı derecelerde hastalık ortaya çıkarabiliyor. Ama şu var zaten her sene bu virüslerden ölen insanlar var. Ayrıca geçen senelerde dünyayı sarsan çin gribi virüsü bu sene dünyadan mı silindi. Yani hastalık var olabilir ama koparılan yaygara biraz abartılı bence. Deniyor ki falanca kişi domuz gribinden öldü. Adamı naklediyorlar gömüyorlar eldiven yok maske yok ve onlara bulaşmıyor. Çok çelişki var da neyse biz adımızı yine paranoyak koyalım, siz de önlemi elden bırakmayın önlemden zarar gelmez. Fakat luzumsuz yere korkuya da yer vermeyelim. SAYGILAR...

12 Kasım 2009 Perşembe

BU DA Bİ BAŞLANGIÇ(HADİ HAYIRLISI)




Kıymetli bir arkadaş vasıtasıyla "blog nedir "onu da öğrendik. Gördük ki muhabbet için, bilgi paylaşımı için ve de vakit geçirmek için fena bişeye benzemiyor. Bir de biz deneyelim dedik. Birkaç bişey de biz karalayalım. Maksat muhabbet olsun.